MİT TIR’ları olayının gerçekleştiği 2014'ün ocak ayı içinde de aynı şeyleri söylemiştik: doğrudan doğruya internet sitelerinin sansürlenmesi yerine sitelerdeki kullanıcı profillerinin ve içeriklerinin sansürlendiği yeni bir döneme girdik. Artık DNS ya da IP No üzerinden değil URL bazında engelleme yapılabilecekti. Bunun da amacı hem dış basının ve AB gibi uluslararası organların "Türkiye'de yine sosyal medya siteleri kapatıldı, sansürlendi" şeklindeki eleştirilerinden kurtulmak ve siteler yerine doğrudan "zararlı" bulunan içeriği engellemekti. Aslında tanınmış sosyal medya sitelerinin sahibi şirketlerle devlet temsilcilerinin ortaya koydukları menfaatler üst üste örtüşmekteydi. Keza devlet, aslında kanuna ya da hukuka aykırı olmayan ama kendince zararlı bulduğu içerikleri doğrudan site sahibi bu işbirlikçi şirketlere iletebilecek ve de siteler de bu talep üzerine çıkardıkları/buzladıkları/erişimini zorlaştırdıkları bu içerikler ya da profiller vasıtasıyla devletin talebini yerine getirecek ve sitelerinin tamamen kapatılmasından kurtulabileceklerdir.
Hükümet, yolsuzluk operasyonundaki tavrını diğer meselelerde de sürdürmektedir. Gelişmeleri kontrol altına almak için çeşitli hamleler yaparken elbette gündemlerinde en çok yer tutan husus da "internet". Açıkça interneti bir bela olarak tanımlayan ve internet sitelerini önce tehdit eden sonra tek amaçları para yani kar olan bu şirketlerin masaya oturma teklifleriyle söylemlerini değiştiren hükümet son günlerde bir telefonla işlerini halledebiliyor gözükmektedir.
Görünmez TIR'lar
Tüm bu anlattıklarımız eşliğinde şöyle özetleyebiliriz aslında son somut sansür olayını: Hatay’daki TIR’ı gördük, içindeki göremedik çünkü “devlet sırrı” oldu. Şimdi artık o TIR’ı bile göremeyecek seviyeye getirilmek isteniyoruz. Devlet herhangi bir kanuna ya da mahkeme kararına ihtiyaç duymaksızın sosyal medya sitelerinin sahibi şirketlerle arasındaki ilişkileri kullanarak taleplerini hiçbir vatandaşının yapamayacağı hızlılıkta yerine getirtmekte ve taleplerin hukuka aykırılıklar içerip içermediği ne devletin ne de sitelerin umurundadır ne de olsa ihmal edilen halkın haber alma ve verme hakkı yani gerçekleri öğrenme hakkıdır.
Suriye'ye yardım yapılıyor, dendi önce. İnsani yardımdı elbette yapılan. Başka türlüsünü düşünmek mümkün müydü? Ama tabi ki insanları Türkmen, Kürt, Yezidi vb. diye ayırt eden zihniyet kendini ve hareketlerini meşrulaştırabilmek için yardımın insani yardım olmasından da öte "Türkmenlere" yardım olduğu iddiasını hep gündemde tutmaya çalıştı. Jandarma Komutanlığı'nın fezlekesiyle ise söz konusu MİT TIR’larının El-Kaide'ye silah taşıdığı belgelenmiş oldu. Yazık. Vah.
Peki, acaba MİT’in silah kaçakçılığı yapmak gibi bir görevi var mıdır? Sonuçta MİT de epey şaibeli olsa da TC devleti çerçevesinde Anayasa’ya bağlı olan ve kanunla kurulmuş bir kurumdur.
Bu noktada aklımıza iki husus geliyor. Birincisi bu TIR’lar MİT’e aitse nasıl gizli kalamıyorlar? İkincisi eğer kanuna, hukuka, insan haklarına aykırı bir durum yoksa ortada neden hem kendileri hem de içerikleri gizlenme ihtiyacı duyuluyor?
Doğrudur MİT’e ait araçlarda arama temel olarak kanunen yapılamaz. Ancak demokratik ülkelerde (eğer varsa ve/veya kaldıysa böyle ülkeler) istihbarat teşkilatlarının yaptıkları görev çerçevesindeki iş ve eylemleri de kanuna tabi olduğu gibi üst hukuk kurallarına da tabi olmalıdır. Hukuku geçtik, MİT gibi kurumlar uğruna çalıştıkları düşünülen topluma, halka, insanlara yalan söylememelidir. Gerçekleri karartma çabası içerisine girmemelidir, diye düşünüyoruz. MİT’in temel görevinin istihbarat toplamak ve gerekli kurum ve makamlara bunları sunmak olduğunu ve bunun dışında, diğer ülkelerin iç işlerine karışmak, örgütlere silah yardımı yapmak, operasyon düzenlemek gibi görevleri olmadığını biliyoruz.
Olayın üzerinden objektif gözlerle geçtiğimizde pek çok insanın aklına ilginç sorular takılıyor. Öyle ki olay yerindeki Kara Yolları’na ait kameraların jandarma faaliyetine çevrilmesi, olayın tamamının yakinen kayıt altına alınmasının ve bu görüntülerin tüm dünya basınına servis edilmesi kimin emriyle gerçekleşmiştir?
MİT mağdur mu?
Bu sorunun cevabının önemi şurada yatıyor. MİT, mağdur olarak mı lanse edilmeye çalışılmıştır? Öyle ki herkesin ortak kanaati olacağı gibi Türkiye’de mağdur olmak en büyük kalkan ve hatta güçtür. Bu pek çok kez kanıtlanmış bir gerçektir. MİT için de son olaylarla bu yapılmaya çalışılmış ve belki bir ölçüde de başarılmıştır. Görüntülerin yayın yasağına rağmen, yeni MİT kanununun altyapısı için kullanılmadığını ve olaydan kısa bir süre sonra 17 Mart 2014 tarihinde MİT kanununda “gerekli” değişikliklerinin yapılması için bu olayın zemin olmadığını söylememek mümkün değildir elbette.
Tüm yönleriyle bakmaya devam ettiğimizde görüyoruz ki; durdurulan TIR’lardan görüntü almak isteyen gazeteciler gözaltına alınarak ekipmanlarına el konulmuştur. TIR’ların bulunduğu bölgeyi çember içine alan polis DHA, AA ve Başkent TV muhabirlerini çemberde kaldıkları için gözaltına almış ve gazetecilerin çektiği fotoğraf ve videoların bulunduğu hafıza kartlarına el koymuş ve iade etmemiştir. Olayın sadece kendi görüntüleri ile dünyaya yansımasını talep edenlerin hukuksuz çabalarının burada da meydana çıktığını görüyoruz. Halkın haber alma hakkının önemsenmediği hatta halka haber vermenin suç sayıldığı bir düzende var olmaya çalıştığımızın göstergesi olmuştur bunlar.
Öyle ki devam eden süreçte şüpheli jandarma personeli hakkında 'Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla temin etme' (TCK madde 328/1) suçundan 15 yıldan 20 yıla kadar hapis talebi ile ve 'Devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askeri casusluk amacıyla açıklama' (TCK 330/1) suçundan müebbet hapis cezası istemiyle kamu davaları açılmıştır.
Belli ki TIR'lar sıradan TIR değil
Dönemin başbakanı ve pek çok hükümet yetkilisi ve iktidar partili kişiler, TIR’ları durduran savcı ve diğer personeli “vatan hainliğiyle”, “haddini bilmezlikle”, “devlet içinde devlet olmakla”, “güç odaklarına sırtını yaslamakla”, “neyin kamu menfaati olduğuna, olmadığına karar verecek olan kişinin savcı olamayacağıyla” ve de “elindeki hukuk enstrümanını sopa gibi kullanmakla” itham ettiler. Devleti temsil eden kişilerce bu kadar yüksek perdeden tahkir edilmenin altında başkaca şeyler yattığını ve TIR’ların sıradan TIR’lar olmadığını anlamak o kadar da zor değil.
2937 Sayılı 1983 yılında çıkartılmış olan Devlet İstihbarat Hizmetleri Ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’na göre (MİT Yasası) MİT’e ait araçlarda arama yapabilmek için MİT’in bağlı bulunduğu makam olan Başbakan’dan doğrudan izin alınması gerekiyor. Yine aynı kanuna göre MİT’in temel görevi; Türkiye’ye içten ve dıştan yöneltilen tehditler karşısında 2937 sayılı Kanun’da belirtildiği üzere milli güvenlik istihbaratını devlet çapında oluşturmak, bu istihbaratı ilgili yasada sayılan makamlara ve gerekli kuruluşlara ulaştırmaktır. Yani daha önce de belirttiğimiz üzere istihbarat toplamaktır.
“Milli İstihbarat Teşkilatının görevleri” başlıklı 4. Madde de sayılan görevlere baktığımızda ise istihbarat toplamın dışına taşabilecek noktalara göndermeler olduğu göze çarpmaktadır. Öyle ki maddedeki alt bentlerden bir tanesinde görev olarak “Milli Güvenlik Kurulunda belirlenecek diğer görevleri yapmak.” Şeklinde içeriği belirsiz bir ifade kullanılmıştır. Bu da yetmezmiş gibi yukarıda bahsettiğimiz üzere 17Mart 2014’de bu maddeye yeni eklenen bentlerden biri olan “Dış güvenlik, terörle mücadele ve millî güvenliğe ilişkin konularda Bakanlar Kurulunca verilen görevleri yerine getirmek.” İfadesiyle MİT’in görev ve yetkilerinin sınırı esas kuruluş ve çalışma amacı olan istihbarat faaliyetini zorlar bir biçimde oldukça genişletilmiştir.
Elbette ki soruşturma izni ve yargılama konularına değinen 26. Maddeye göre de: “MİT mensuplarının veya belirli bir görevi ifa etmek üzere kamu görevlileri arasından Başbakan tarafından görevlendirilenlerin; görevlerini yerine getirirken, görevin niteliğinden doğan veya görevin ifası sırasında işledikleri iddia olunan suçlardan dolayı haklarında soruşturma yapılması Başbakanın iznine bağlıdır.” Dolayısıyla başbakanın bizzat izin vermediği bir durumda haklarında soruşturma başlatılamamaktadır. Buna göre savcı, bir suç şüphesi varsa suç delillerini tespit etme ve bunlara el koyma, bunların tutanağını tutma hakkını ya da koruma tedbirlerini uygulama haklarını kanunen haiz olmamakta mıdır ve bu tür faaliyetlere başlamak yani soruşturma için başbakandan izin talep etmesi mi gerekmektedir?
Bize göre anılan 26. Maddeki düzenleme Anayasada milletvekilleri için düzenlenen şekildeki mutlak dokunulmazlık hali getirmemektedir. MİT mensupları hakkında ceza soruşturması başlatılmasını Başbakanın iznine tabi tutan bir yöntemin kabulünü gerektiren bu maddeye rağmen yine de MİT mensubunun görevini yerine getirirken, görevinden veya görevini ifa sırasında gerçekleştirdiği hukuka aykırılıklar ve bu türden eylemlerin suç olma vasfı elbette devam etmektedir. Bu da hukuk devletinin ve MİT’in de anayasal bir kurum olmasından kaynaklanmaktadır. Kanaatimizce savcı mevzuatta suç olarak tanımlanan fiile müdahalede bulunmak, işlenmesini önlemek ve faillerini yakalamak ve delillerini de toplamakla her zaman için görevlidir, aksini düşünmek devletin hukuk çemberinden çıkarılması anlamına gelecektir. Söz konusu faillerin MİT mensubu olduğunu tespit eden bir savcı, konunun MİT Kanunu kapsamında kalıp kalmadığını kendisi tespit eder ve girdiğine hükmederse Başbakanın iznini talep etmelidir. Bizce MİT Kanunu’nun ilgili 26. maddesi, savcının maddi gerçekleri araştırma görevini hiç bir şart altında engelleyememelidir. araştırmak ve durum tespiti yapmak amacıyla arama yaptırmasına engel değildir.
Kanundaki yedi manidar cümle
Yine bu maddeye 17 Mart 2014 tarihinde eklenen 7 manidar cümle bulunuyor. Bunlar kendi kendilerine amaçlarını çok açık belli eden ve yoruma ihtiyaç duymayan ifadelerdir. Zamanlamaları ve gereklilikleri çok manidar olan bu maddelerle MİT Kanunu bambaşka bir hal almış ve yukarıda bahsettiğimiz “mağdur” görünümü işe yaramıştır. MİT’e adeta özerklik sağlayan bu yeni eklenen cümlelerin konumuzla en ilgili olanları şunlardır:
“Cumhuriyet savcıları, MİT görev ve faaliyetleri ile mensuplarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikâyet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde MİT Müsteşarlığı’na bildirirler.”
“MİT Müsteşarlığı’nın, konunun görev ve faaliyetlerine ilişkin olduğunu belirtmesi veya belgelendirmesi hâlinde adli yönden başkaca bir işlem yapılmaz ve herhangi bir koruma tedbiri uygulanmaz. Ancak birinci fıkra hükümlerine göre işlem yapılabilir.”
“İsimsiz, imzasız, adressiz yahut takma adla yapıldığı anlaşılan ya da belli bir olayı ve nedeni içermeyen, delilleri ve dayanakları gösterilmeyen ihbar ve şikâyetler, Cumhuriyet savcılarınca işleme konulmaz.”
“MİT mensuplarının görevlerini yerine getirirken, görevin niteliği gereği veya görevin ifası sebebiyle diğer kişilere vermiş oldukları zararlar idare tarafından tazmin edilir. Tazmin, zararın göreve ilişkin bir husustan doğması ve ilgili personelin kasıt veya ağır kusurunun bulunmaması hâlinde rücu işlemine konu edilmez.”
TIR’lar ve hukuk
İşin ilginç tarafı, Terörle Mücadele Kanunu’nun 10. maddesiyle yetkili Adana Cumhuriyet Savcısı Özcan Şişman, Suriye’ye mühimmat taşıdığı iddiasıyla Kırıkhan-Reyhanlı yolunda durdurulan TIR’ın aranmasını engelleyen Hatay Cumhuriyet Başsavcısı, Kırıkhan Başsavcısı, Hatay İl Jandarma Komutanı, emniyet yetkilileri, Hatay Valisi, İçişleri Bakanlığı yetkilileri ve MİT mensuplarından “Görevi kötüye kullanmak, yargı kararının uygulanmasını engellemek, emre itaatsizlik, tehdit” suçlamalarıyla suç duyurusunda bulunmuştur. Öyle ki arama konusunda mahkeme kararı bulunmasına rağmen TIR’da arama yapılması bizzat Valilik tarafından engellenmiş ve “MİT personelinin doğrudan Başbakanlık’a bağlı çalıştıkları ve alıkonmalarının ceza gerektireceği” şeklindeki Vali yazısını takiben aramanın yapılamadığı bilinmektedir. Suç duyurularını yapan ilgili savcıya göre: “Devletin tüm organları TIR’ın aranmaması konusunda seferber olmuştur.”
Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde durdurulan, ancak MİT görevlilerinin “devlet sırrı” gerekçesiyle aratmadığı TIR olayına İçişleri Bakanı Efkan Ala ile birlikte, Adalet Bakanı Müsteşarı, MİT Hukuk Müşaviri’nin de müdahil olduğu gibi olayın adeta “devlet meselesi haline getirilmesi” noktasındaki bazı sır perdeleri Adana Başsavcılığı’nın TIR’ı aratmayan bu yetkililer hakkında “suç delillerini gizleme, suçluyu kayırma, görevi kötüye kullanma ve gizliliği ihlal” suçlamalarıyla HSYK’ye suç duyurusunda bulunmasıyla ortaya çıktı.
Devletin ricası Twitter’a yetiyor
Basın mensuplarının gözaltına alındığı, hafıza kartlarına el konulduğu, Karayolları’nın kameralarıyla özel çekimlerin yaptırıldığı, Vali’nin olay yerindeki tüm TEM görevlilerini yazılı emir vererek görevden aldığı, savcı izni olmadan TIR’ların MİT görevlileri tarafından Reyhanlı’ya götürüldüğü, Emniyet trafik ekibinin trafik kazası var gerekçesiyle yolu trafiğe kapatıp takibi engellediği bu olay hakkında en son ne oldu?
En son içinde askeri makamlarca yürütülen soruşturmanın içeriğinde yer alan belgelerin bulunduğu MİT-RAPOR.rar ve MİT İFADE.rar isimli toplam 51 doküman içeren iki adet dosyanın bulunduğu dosya paylaşım sitesi linkleri sosyal medyada da yayılmaya başladı. Bunları ilk ortaya çıkaran ve dosyaların şifresiyle adı aynı olan @LazepeM isimli Twitter hesabı da anında Türkiye’den erişime kapatıldı Twitter tarafından. Yani artık sansürü devlet değil Twitter yapıyordu. Devletin bir ricası yetiyordu.
Devletin bir siteyi 5651’e ya da başka bir kanuna dayanarak kapatması ya da bir içerik veya profil hakkında URL temelli engelleme yapması artık gerekmiyordu. Bu işlere bir zamanlar kullanıcılarına anonimlik ve ifade özgürlüğü vaat ederek büyüyen ve erişime engellendiği akşam Türkiye’de içerik rekoru kıran Twitter bakıyordu. Diğer uygulamalar ve siteler için zaman zaten çoktan dolmuştu, onlar birer devlet dairesi, birer noter gibi işlem yapıyorlardı devletten gelen talepler karşısında.
5651 ve TIR’lar
Sözün bittiği nokta olarak ise ifade etmek gerekir ki olay MİT’le de bitmiyor. İnternet söz konusu olunca Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) esasen işin içine giriyor. Bugün yaşadığımız “Reyhanlı belgeleri” sansürü ve benzer hareketlerin esasen arkasında olan bu kuruma ilişkin olarak; 5651’e* 6 Şubat 2014 tarihinde EK Madde 1’e eklenen 6. bentle; “TİB personelinin, kanunlar kapsamındaki görevlerini yerine getirirken, görevin niteliğinden doğan veya görevin ifası sırasında işledikleri iddia olunan suçlardan dolayı haklarında cezai soruşturma yapılması TİB Başkanı için ilişkili Bakanın, diğer personel için ise BTK Başkanının iznine bağlanmıştır.” Dolayısıyla bugün için artık TİB, MİT haline gelmiş bulunmaktadır. Son dönemde daire başkanlarının tamamı bir gecede görevden alınan ve yerlerine MİT görevlilerinin atandığı hatta bizzat dönemin başbakanınca hakkında “Bizim bu kuruma ihtiyacımız yok, MİT zaten tüm görevi yapıyor” denilen TİB kurumunun bugün için MİT’e bağlı ve soruşturmadan tamamen uzak tutulmuş özerk bir yapı haline getirildiği de açıktır. Bu durumda TİB görevlilerinin herhangi bir müdahalesi sonucu bir sansür oluşması ya da hukuksuz bir durum olması, haber alma ya da verme hakkımızın engellenmesi gibi bir durum olduğunda bunun soruşturulması başka bir evrene kaldı demektir.
TIR’ların içinde ne olduğuna dair bilgiler içeren belgelerin internette yayılmasından bu kadar rahatsız olunması herhalde içlerinde insani yardım malzemesi olsa idi gerçekleşmeyecek boyuttadır. Durumun Türkiye’yi uluslararası arenada çok çok zor durumda bırakacak vaziyette olduğunun altını çizmek lazım. Özellikle de dosyaların AİHM’e taşınması halinde, dosyanın içeriğinin de Avrupa’daki ülkelerin eline geçmesi halinde neler olabileceğini siz düşününüz.
HSYK adına soruşturma yürüten müfettişlerin “Devlet ayağa kalktı işlemleri niye sonlandırmadınız” diye tepki gösterdiği TIR’ları durduran subayın bu tepkiye cevap olarak söylediği şu sözlerle bitirmek istiyoruz; “Devlet ayağa kalkınca hukuk yere mi otursun istiyorsunuz?” (SK/HK)
* "İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele edilmesi Hakkında Kanun" 23 Mayıs 2007 tarihinde yürürlüğe girdi.
Lisans derecesini Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden ve yüksek lisans derecesini de Türkiye'deki ilk ve tek "Sosyal Medya" konulu hukuk yüksek lisans tezi olan “Sosyal Medya Sitelerinin Hukuki Sorunları ve Mevzuat Çözüm Önerileri” başlıklı teziyle İstanbul Bilgi Üniversitesi, Bilişim ve Teknoloji Hukuku Enstitüsü’nden aldı. İnternette İnsan Hakları Hukuku, Sosyal Medya Hukuku, Kişisel Verilerin Korunması Hukuku, Oyun hukuku ve Elektronik Ticaret Hukuku uzmanlaştığı konulardır. Kurucusu olduğu Güneli & Koç Hukuk Bürosu bünyesinde bilgi teknolojileri ve de fikri mülkiyet hukuku alanlarında uzmanlaşmış danışmanlık sunan bir avukat ve aynı zamanda da ulusal ve uluslararası akademik yayın ve konferanslarda yazı ve konuşmalarıyla yer alan bir hukuk teorisyeni olmasının yanı sıra aynı zamanda da çeşitli kurumlarda bilişim hukuku eğitimi veren bir eğitimcidir. Bununla birlikte İstanbul Barosu Bilişim Hukuku Merkezi’nde, İnternet Society Türkiye’de ve OYUNDER Hukuk Danışma Kurulu’nda da görev alıyor ve Korsan Parti Türkiye Hareketi’nin sözcüsü. |